27 Kasım 2010 Cumartesi

YENİDEN BODRUM YENİDEN OLTA ve BALIK







Turgutreis de güneş batışı muhteşemdi




Bayramda tekrar bodruma kaçtım hava her zamanki gibi cok güzeldi.Bu bir haftayı cok iyi değerlendirmeye kararlıydım.Bu arada 23 Kasımda denize girerek kendi rekorumu kırdım.Bodruma bu aylarda bahar geliyor. Tepeler yeşerip çiçekler açıyor,çeşitli otlar ve mantarlar çıkıyor.Bende komşu hanımlarla ot toplamaya aspata çıktım,Kuzu kulağı,su teresi,labada,ebe gömeci,dağ marulu topladık.Özellikle su teresi çok lezzetliydi. Ot toplarken bu resimdeki güzel mantarları ve salyangozları gördüm..Sizin için resimlerini çektim.Tabi benim balık ve olta hevesim tekrar gündeme geldi. Bu resimlerde gördüğünüz balıkların adı BAKALORYA ,eti beyaz ve mezgite benziyor. Benim tuttuğumu düşünmeyin sakın ben sadece  onları kızarttım  ve mutlu son masaya geldiler,afiyetle yedik..Artık kesin dönüş zamanı geldi,biraz hüzünlü ayrıldık Bodrumdan..Nisana  kadar elvada.....

6 Kasım 2010 Cumartesi

KÜÇÜK AKVARYUMDA VEDA

Ben her sene 19 Mayıs da Bodrumda deniz sezonunu açar,29 Ekimde de kapatırdım.Bu sene Bodrumluların sarı yaz dedikleri günlerde Bodrumdaydım.Bu günler Kasım başında başlıyor 3 veya 4 hafta sürüyor. Hava sıcaklığı 24 derecenin altına hiç düşmedi, deniz Ağustos ayındakinden bile sıcak.Hemen hemen hergün denize girdim,ama bugün veda zamanıydı ve veda günü hep en güzel gündür.Deniz gözlüklerimi ve paletlerimi taktım,biraz uzun yüzmeye ve belki şanslıysam akyaları görmeye niyetliyim.Akyalar sürü halinde bazen küçük balıkların peşinde bizim koya gelirler 4 senede 1 kere gördüm.Su ılık deniz berrak balık boldu ama Akyalar yoktu,tam çıkarken kayalıklarda hareket eden bir taş gördüm biraz dikkatli baktım,taş kollarını açtı ve bembeyaz karnını ve kollarını bana gösterdi,Bu kocaman bir ahtapottu .Ben tabi hemen bu ahtapotun yarısından makarna sosu yarısından da güzel bi salata yaparım diye düşündüm ah birde yakalayabilseydim.Denizden sonra eve geldik, ama benim aklımdan deniz mahsülleri şöyle kalamarlar karidesler falan geçiyor.Hemen akyarlara inmeye hem bir çay içip hem de balık bakmaya gittik.Balıkçılarla biraz konuşunca bu aralar kalamara çıkan bi tekne olduğunu öğrendim,biraz oralarda oyalandım,tekne geldi .Onlarda 3 tane iri kalamar aldım ama karides yok onu da mecburen marketten aldım ama şöyle iri olanlarından.Eve gelince kalamarları halka halka kesip karbonatlı ve şekerli suya koydum 1-2 saat beklediler.Sevgili eniştem Çiko dan öğrendiğim deniz mahsüllü makarnayı yapmaya başladım.. Temel malzeme sızma zeytinyağ,sarımsak ve domates.Sarımsakları ve küçük kestiğim domatesleri{en güzeli doğranmış domates almak} zeytinyağında kavurdum önce kalamarlarını atıp biraz pişirdim sonra karidesleri attım ah o ahtapottan biraz olsaydı cok iyi olacaktı.Aslında kayalardaki küçük kabukluları da atsam olurdu -bu arada kabukluların adı pikalides-ama hava karardı.sonra evdeki beyaz şaraptan bir bardak koydum tuz ve tabi biraz acı biber atıp altını kıstım. Makarna suyunu koyup deniz kabuğu şeklindeki barilla makarnanın yarısından biraz fazlasını pişirdim.Bu arada sos çok güzel pişti.Makarnaları süzüp,sosun tamamını üzerine döküp iyice karıştırdım. kocaman bir tabak kendime ve kocaman bir tabakta eşime hazırladım,üzerine benim tabağa maydanoz.eşime de biraz iri ceviz koydum....Şimdi size ukalalık edip televizyonda seyrettiğimiz yemek programlarındaki gibi bu makarnayla şu şarabı için demem lazım ,ama siz sos için açtığınız şarabı için.. ben öyle yaptım.Aslında veda yemeği şahane oldu.....

3 Kasım 2010 Çarşamba

BİR OLTAYLA NELER YAPILABİLİR

Biz kadınların terapi için yaptıkları bir sürü şey vardır. Yemek yapmak,örgü örmek, arkadaşlarla çene çalmak,resim yapmak,yürümek,yüzmek, işte daha birsürü şey .. Ama ben bugün bişey daha keşfettim. Bir olta..... Bugün Akyarlardaki kahveye gittik kahvemizi içtik ve ben balık tutanları seyretmeye başladım. O kadar huzurlu görünüyorlardı ki dönüşte kendime bir olta aldım, hemen plaja indim tüm techizatımı yanıma aldım.gözlük çapka su ekmek kayalarda yürümek için ayakkabı. neyse olta çantamı koluma takıp plajın sonundaki kayalıklar gittim. oltamı çıkardım ekmekleri 4 küçük kancaya taktım ve savurdum.Kancaların 2 si mayoma 2 sıde koluma takıldı.olsun bu ilk dedim tekrar denedim eh hemen aşağıya kayalara düştü.. tamam yılmak yok tekrar attım biraz uzağa gitti ve küçük balıklar hemen ekmeklerimi yedi..neyse tekrar tekrar her atış daha iyi ama güneş tam karşımda.. sonra kancaları ve ucundaki kurşunu bir türlü çıkaramadım kayalara bi yere takıldılar misina koptu.. ama yine moralimi bozmadım yedekleri var.. oltamı topladım kayalarda yürürken-kaya koruğu denen bi bitki gördüm biraz topladım,haşlayıp sirke,sarımsak ve sızma yağ ile güzel bi salata yaparım dedim biraz dikkatli bakınca kayalara yapışmış küçük kabukluları gördüm adlarını bilmiyorum ama Bozcaadada bunlarla cok güzel pilav yapıyorlardı..biraz da onlardan kazıdım çünkü kayalara cok sıkı tutunmuşlardı..3 saat geçti keyfim yerinde moral bozucu hiç birşey aklıma gelmiyor sadece Kasım güneşinde biraz yandım... Biraz yüzdüm su güzeldi..
Saat 4 oldu güneş Aspatın arkasına gitti..eşyalarımızı toplayıp eve geldik.Ama benim enerjim hala yerinde.Sabah kalktığımda her taraf çiğ olmuştu ve cok ıslaktı.. Bu havada mantarlar olur deyip aspatın altında biraz gezindim.. evet küçük beyaz çayır mantarları çıkmıştı ah birde zehirli olup olmadıklarını bi anlasam akşam yemeği tamam olacaktı bu arada hayatımda gördüğüm en beyaz salyangozları gördüm cok hoş çakıl taşı kadar beyazdılar biriki onlardan topladım. Fransızlar olsaydı bu güzel hayvanları beyaz şarap ve baharatlarla bir güzel pişirip yerlerdi. Aşağı inerken Allahım doğada herşey var hiç aç kalmayız şükürler oldun dedim ama hala akşam yemeğim yok.Pazardan altığım brokolileri haşladım tavada zeytinyağ ve sarımsak ve bir domates bir küçük acı biber iyice kavurdum.brokolileri içine attım.Bu arada makarnaları pişirdim makarnanın suyundan biraz tavaya koydum ve bir küçük krema ilave ettim bişen makarnaları içine atıp biraz daha pişirdim..tabaklara koyup üstüne yazdan kalan ve iyice kuruyan parmesan peynirini rendeledim..Gördünüzmü bir olta bana ne kadar iyi geldi.. Bu arada makarnam şahane olmuştu 2 şer tabak yedik. Ama bu bi yemek yazısı değil bir oltayla neler yapılamaz yazısı

31 Ekim 2010 Pazar

İSTANBULDAN KAÇIŞ

-Bu sabah yağmur var istanbulda- MFÖ;nın en sevdiğim şarkılarından birisidir,ama 10 gün yağan yağmur can sıkıcıdır.İstanbuldan kaçmak için 1000 tane sebep sayabilirim.Gürültü,trafik,kalabalık,soğuk,pahalılık,
komşular devamlı çalan sirenler,evimi su basması,7 haftadır mutfağımın olmaması falan filan ...Aniden bodruma kaçma biraz nefes alma kararı aldık,hemen o sabah yola çıktık.Hava güneşli ve sıcak Balıkesirden sonra 22 derece oldu herzamanki mola yerimiz Akhisarın çarşı içindeki köftecide yemek yedik .
Akşam üstü saat 16 da Turgutreis pazarındaydım.Hemen pazara daldım önce otlar,peynirler,içi limonlu ve portakallı zeytinler,bodrum mandalinası{kilosu 1 lira} sonra kocaman bir bazlama aldım.ama gözüm diğerlerinde
üzümler domatesler köy biberleri minik salatalıklar bana bakıyor.Elim kolum dolu aldıklarımı arabaya yerleştirdim.Turgutreis sahilinde güneşe karşı güzel bir bira içip yorgunluk attık.. Allahım bodrumda olmak cok güzel, hava güzel, karşıda güneş kızarmaya başladı, biz de evimize geldik.Tabii evin durumu biraz moralimi bozsa da aldırmadım... Sabah yine güneşe uyandım hızla verandayı yıkayıp güzel bir kahvaltı hazırladım.. bazlamaları ısıtıp aldığım peynir ve tereyağ ile bir güzel yedim 4 bardak çay içip işe koyuldum..Çamaşırlar yıkandı ev temizlendi..domatesli biberli ve tabii acılı kocaman bir tencere bulgur pilavı yaptım yanına cacık bol sarımsaklı öğle yemeğimizdi. Biraz dinlenip güzel bir kahve içince tüm
yorgunluğum geçti. Bir torba ve birde keserimi alıp aspat dağına yürüdüm Yazın yılanlardan korktuğum için dağa çıkamamıştım,inşallah şimdi kış uykusuna yatmışlardır. Bu arada komşunun bahçesini oyan yaban domuzları ile karşılaşmam inşallah diye düşündüm.Yolda 3 kişiyle arşılaştım,aramızda şöyle bi konuşma geçti..-Dağda avlanan sizmiydiniz -Evet abla ama keklikler kaçtı-İyi olmuş ne yapacaksınız vurup güzelim kuşları -zaten vuramadık.sen o keserle ne yapacaksın -ot toplayıp mantarlara bakacağım.-Yok daha mantar olmaz daha fazla yağmur lazım-dediler.Zaten ben de mantardan anlamam neyse biraz yukarılara çıktım her taraf yeşermiş dağ nergisleri açmış kayaların dibinde küçük dağ siklemenleri gördüm,kendime fotoğraf makinamı yanıma almadığım için kızdım,biraz nergislerden topladım kokuları inanılmaz güzel.
Hala enerjim varken akşam yemeği hazırladım pazardan aldığım hardal otunu haşladım biraz sucuk,peynirler,limonlu zeytinlerden ve üzüm çıkardım evde kalan şarabı açtım,derken hava karardı ama hala hava cok güzel terasda yedik.İşte bodrumda 1 günüm böyle geçti. Bodruma niye kaçtığımı anladınızmı

16 Haziran 2010 Çarşamba

1 günde Marmaris Datça


Sabah erkenden 7.30 gibi kalkıp yola koyulduk.Niyetimiz marmaris ve bozburunu gezmek,yollar bozuk yatağanda yol inşaatı var yine de yolda kahvaltı için güzel ve şirin bir yer bulduk,bardak bardak çayları içip  yola  devam ettik.1 saat sonra Gökova ve Akyaka tepeden göründü manzara müthiş burada durmadan ve fotoğraf çekmeden olmaz ,çam ormanlarının arasından tepeden marmarise iniyoruz, yol biraz virajlı ama cok güzel . 2,5 saat sonra marmaristeydik biraz limanı ve sahile gezdik,vakit kaybetmemek için hemen yola devam..Armutalan ve Değirmenyanını geçip Hisarönü körfezine geldik .Burada görmek istediğimiz yer Kızkumu.. Mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Denizde yürümenin keyfine varıyorsunuz.Buranın bi hikayesi var-,tabii aşk hikayesi sevgilisine kavuşamıyan kızın kanı ile  olaşan kırmızı kumlar- ama iyice öğrenip öyle anlatacağım.Denizdeki sığlık kırmızı kumlarla kaplı ve yürüyerek karşı kıyıya bu kumlardan gidebiliyorsunuz su bileklerimizin biraz üstünde ve sıcak,çok keyifli bir yürüyüş oldu.Tekrar yola devam yine çam ormanları ve dağlardan sonra karşıdan Selimiye koyu göründü .Selimiye şahane bir koyda kurulmuş küçük bir köy etrafında küçük adalar ve ve tabii muhteşem bir deniz,sakin huzurlu bir yer,yine biraz mola verip fotoğraflar çektik ve Bozburuna devam ettik,küçük güzel  bir köyde öğle yemeğimizi yedik.Köyde  demirlemiş güzel yatlara bakıp denizde yaşayanlara özendik..Biraz dinlendikden sonra Datçaya doğru yola çıktık,Eski Datça yolunu bilenler  bu yeni yolun çok güzel olduğunu söylerler ama bana sorarsanız hala zorlu bi yol ,dağlardan geçip, balık aşıranda hem Gökovayı hem de Akdenizi gördük.Hayıtbüküne geldiğimizde saat 4 olmuştu ve yorulmuştuk hemen çakıllı ama tertemiz denize girdik güzel taşlar topladık,akşam çayımızı içtik ,tabii ben tekrar tekrar bu güzel denize girip balıkları seyrettim.Datça da görülmesi gereken cok yer var ama bizim gezimiz 1 günlük .Datçanın koylarını ve Knidosu başka bir geziye bırakıp dönüş yoluna geçtik.Hep yapmak istediğimiz karadan mavi yolculuk planımız gerçekleşirse o zaman tüm datça ve bükleri  daha uzun anlatabilirim......

3 Haziran 2010 Perşembe

BEGONVİL BOY VERMİŞTİR ŞİMDİ-YASEMİN BASMIŞTIR BODRUMU

Soğuk ve yorucu bir kış dan sonra nihayet bodrumdayım..Tabii buraya gelir gelmez hemen güneşe ve denize kavuşamıyoruz ev açılacak havalanacak, perdeler yıkanacak, temizlik ve alışveriş yapılacak bahçenin otları ayıklanacak  derken 10 gün geçti..İlk denize girişten pek keyif almadım biraz soğuk geldi..Ama bugün tam hatırladığım bodrum deniziydi.. küçük orfoz biraz büyümüş.. sarı siyah müren herzamanki kayanın altında. çatal kuyruklu kırmızı balıklar yine sürü halindeydiler..cok güzeldiler.. Sabah erken kalktık, akyarlara gittik bugün pazar var ama önce  limana balıkçılara bakmaya gittik küçük tekneler sabah erkenden balığa çıkıyorlar ve saat 9 gibi de dönüyorlar biraz kaya balığı- iskorpit-ve biraz da mercan aldım iskorpit temizlenmesi zor bi balık  ama buğulaması cok güzel oluyor...neyse bahçede mercanın pullarını ayıkladım her tarafım balık pulu oldu. ama zahmete değdi sonrada pullardan kurtulmak için denize gittim.. şimdi gece balkondayım sakin ve hoş kokulu bir gece yasemin iğde ve fesleğen kokuyor..insana hayat güzeldir dedirten cinsten. ha birde baykuşum var karşıdaki evin bacasında acaip sesler çıkarıyor .önceleri ne olduğunu anlamadım insan nefesi gibi bi ses çıkarıyor ama şimdi alıştım benim sapık baykuşum bazen karşılıklı bakışıyoruz..... Gecenin sesleri baykuşum köpekler v e kuşlar.....

15 Mayıs 2010 Cumartesi

NAPOLİ-POMPEİ


İtalya yolculuğumuzun belki de en ilginç yerlerinden biri Pompei turuydu.Sabah erkenden Romadan yola çıktık,yaklaşık 3 saat sonra Pompei
antik kentinin girişindeydik.Pompei roma imparatorluğunun en zengin ve gelişmiş şehirlerinden biriymiş.200.000 kişinin yaşadığı şehirde oldukça zevkli bir hayat yaşıyorlarmış{ama biraz da dejenere  olmuşlar}MS.65 yılında büyük bir deprem olmuş,çok korkmuşlar.MS.79 yılının ağustos ayında sarsıntılarla ve büyük bir gürültüyle uyanıyorlar,sarsıntılar 3 gün sürüyor 3. gün güneşi göremiyorlar,vezüv yanardağından çıkan tüfler ve taşlar şehre yağmaya başlıyor,zenginler gemilere binip kaçıyorlar,şehirde kalanlar evlerine kaçıyor ancak  volkandan çıkan ölümcül gazlarla hemen ölüyorlar ardından 50 metreye varan küller şehri örtüyor ve Pompei 200.000 yaşayanı ile yok oluyor. Yaklaşık 2000 yıl o görkemli evler,villalar freskler,heykeller duvar resimleri,mozaikler küllerle örtülü kalıyor. 1960 yılında arkeologlar şehri kazmaya başladıklarında ölüme yakalanan insanları o anda ne yapıyorlarsa  taşlaşmış şekilde buluyorlar.  Antik şehre girdiğimizde hemen denizcilerin yüklerini boşalttıkları depolar, ardından paralarını değiştirdikleri döviz büroları, yıkanmaları için büyük güzel bir hamam ve masaj salonu, o günlerde Pompei de 250 tane olan lokantalar barlar geniş ve güzel caddeler,kaldırımlar lüks villalar,2 tane cok büyük tiyatro,bir gladyatör okulu,bir genelev ve hemen yanında zührevi hastalıklar hastanesi-bu beni cok şaşırttı-tapınakları ,pizza fırınları, değirmenleri,mahkeme salonu ve daha bircok güzel evi gezdik.Gezimiz 3 saaat sürdü cok yorulduk ama taşlaşmış insanları - birde köpek vardı-ve bu şehri görmek bizi çok etkiledi. Pompein hemen dışında dev gibi limonlardan yapılan limonatalar ve orada yediğimiz güzel yemek ve kahve bizi kendimize getirdi.Sonra Napoli ye geldik ve şehri gezdik. Napoli biraz İstanbul biraz İzmir biraz İtalya karışımı bir şehir ama cok beğendik. meydanları, caddeleri gezip güzel bir kafede güzel bir çay içtikden ve makarnalar peynirler grappalar aldıktan sonra bu güzel şehire de veda ettik

11 Mayıs 2010 Salı

BELLA İTALYA-ROMA

Roma şehrini nasıl anlatacağımı bilemiyorum.. Güzel,şahane, muhteşem gibi kelimeler bu şehri anlatmaya yetmez.İtalyada 3. gün akşam üstü
4 de Romaya geldik önce kötü bir trafik, yüksek binalar ve kapalı bir hava moralimizi bozdu.Tura önce Vatikandan başladık. Yine kalabalık kuyruklar,ama San Pietro kilisesine girince şaşırıp kaldım.. Tanrım bu kadar ihtişam bu kadar sanat , bu ne zenginlik.. gözlerim kamaştı.Nereye bakacağımı neyin resmini çekeceğimi şaşırdım zaten sonra resim çekmeyi bıraktım..Çıkışta San Pietro nun kitabını aldım.Rönesansın dev sanatçıları Leonardo Da Vinci ve Michelangelo nun şaheserlerini de gördüm.Meydan da biraz dolaşıp. bütün bu ihtişam ve zenginliğin tek sahibi olan papanın hep siyah perdeli penceresine baktım.  yine kalabalık ve trafikden sonra  muhteşem bir meydana geldik.Novara meydanı çeşmeleri ve heykelleri ile ünlü.Önce hepimiz burayı meşhur aşk çeşmesi zannettik. Roma öyle bir şehir ki hangi dar sokağın arkasından ne muhteşem bir eserin çıkacağı belli değil.Novara meydanına yakın bir yerde şahane bir yemek yedik ve meydandaki cafe domızıano nun meşhur dondurmasını denedik .Sonra başka bir meydanda Pantheonu gezdik biraz daha dar sokaklardan geçtik ve karşımıza hiç umulmayan bir yerde  Fontana di Trevi yani aşk çeşmesi çıkıverdi . Başım döndü, böye bir sanat eseri nasıl tasarlanır nasıl yontulur bunca heykel  inanamadım.. Orada 4 para attım inşallah dileklerimin hepsi olur. karşıdaki cafeden bir kahve aldım birde havaalanından aldığım cigarillos lardan yaktım alaca karanlıkta ve ışıklar içindeki çeşmeye bakmaya doyamadım. Bu akşam son durağımız ispanyon merdivenleriydi ama bana sorarsanız onca heykel ve çeşmeden sonra -birazda yoruldum galiba- ispanyol merdivenleri beni pek etkilemedi. Sabak kahvaltıdan sonra Castel Gongolfo ve Nemi göllerine gittik ama benim aklım hala yarım kalan Roma  da.. Öğlen döner dönmez hemen Colesseum görmeye gittik.. Yine beni çok etkileyen tarihi bir yapı ama ne yazıkki içini gezemedim. Hem kalabalık hem de zaman az, daha görülecek cok yer var. Yürüyerek Venedik meydanına geldik yol üzerindeki tarihi eserlerin resmini çektik. Sonra yine Novara neydanı yine cafe Domızıano, meydandaki sanatçılardan Roma şaheserlerini gösteren bir resim aldım. Tekrar aşk çeşmesine gidip biraz daha bu inanılmaz esere baktım son bir para daha attım bütün ailem için.. Romanın dar sokaklarında meydanlarında dolaştık..Yine bu şehre de doyamadan ve daha 3/2 sini göremeden Roma ya veda ettik.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

BELLA İTALYA-SİENA

Roma imparatorluğunun kurucuları Romus ve Romulüs kardeşleri öldürülecekleri korkusuyla anneleri bir sepet içinde Teber nehrine bırakır.Sepet sazlıklara takılır, Romadaki inanca göre onları bir kurt emzirir... Ama Latince Lupa kurt demek ve Lupanare de genelev,büyük romayı kuran iki kardeşin genelevdeki bir kadın tarafından emzirilmiş olması da bir ihtimal tabii ama kurt tarafından emzirilmeleri daha destansı.. Neyse bu iki kardeş Roma yı kurarlar.. ve büyürler Romülüsün iki oğlu olur,anneleri yine amcaları tarafından öldürülecekleri korkusuyla [nedense bu hikaye bize cok tanıdık geliyor]çocukları bir siyah bir de beyaz ata bindirip gönderiyor.. Sonra bu atlar bugün Siena şehrinin olduğu yerde dururlar.İki kardeş Siena şehrini kurarlar bu nedenle şehirdeki büyük katedral siyah beyaz mermerden yapılmış.Siena eski güzel ve çarpıcı bir şehir.Şehirde 14 mahalle var ve her mahallenin kendi kilisesi, bayrağı,feneri,bir hayvan figürü olan arması,bir atı ve jokeyi var.Şehrin ortasında çukur bir meydan ve meydanın etrafında güzel kafe ve restoranlar var. Her yıl temmuz ayında bu meydanda Palio yarışları yapılıyor. Kura ile seçilen 10 at sadece 1,5 dakika süren yarışlara katılıyor ve birinci gelen hem bahislerden gelen parayı hemde o senenin kupasını kazanıyor. Siena  İtalyada beni en cok etkileyen yerlerden biri oldu. Akşam yine meydana bakan bu tarihi şehirde güzel bir yemek ve şarap içtik.. ve Sienaya da doyamadan veda ettik.

9 Mayıs 2010 Pazar

BELLA İTALYA-FLORANSA

              İtalyaya yolculuğumuz sabah 07 de Ljubljana hava alanında başladı.Otobüsle 1 saat sonra İtalyadaydık uzun bir yolculuktu ama yollar o kadar güzeldi ki uyumak istemedim, herşeyi görmek kaydetmek istedim. Yolumuz 8 saat sürdü önce yemyeşil Po  ovasından geçtik, heryerde üzüm bağları ,küçük güzel köylerden geçtik.italyada şarap niye güzel ve bol anladım,bahçelerde bile üzüm asmaları ve hepsi de çok bakımlı..Nihayet Floransa dayız.. hemen tura başladık birden bütün yorgunluğumuz geçti.  Floransa insanı ilk görüşte etkileyen bir şehir değil . Ama meydanları, meydanlardaki muhteşem heykelleri tabii en önemli heykel Michelangelo nun Davut heykeli..Arno nehri üzerinde bütün Floransa kartpostallarındaki olan Ponte Vecchio köprüsü beni hayal kırıklığına uğrattı. Ben muhteşem bir köprü beklerken eski ve kalabalık bir köprüyle karşılaştım.Neyseki en önemli sanat eserlerini bulunduğu Uffizi müzesi o gün herkese açık ve ücretsizdi. Biraz sıra bekledim ve o muhteşem eserleri gezdim..  Meydandaki  Santa Maria del Fiore kathedrali insan aklının almayacağı ince işlemelerle dolu bir şaheserdi.. Akşam yemeğimizi meydanda klasik müzik dinleyerek ve o muhteşem heykelleri seyrederek yedik.İstanbuldan  çıkalı tam 18 saat olmuştu ve cok yorgunduk hemen otele gidip yattık ..Sabah kahvaltı sonrası otelin önünden otobüse binip tekrar şehre indik.Aynı güzel meydanlardan geçip tekrar köprüye gittik. Görmediğimiz sokaklardan geçip Dante nin evini ve kilisesini gezdik.. Ve Floransaya veda ettik....